20 Ekim 2011 Perşembe

O GÜN...


Telefonun alarm sesiyle uyandığımda Emel’in çoktan kalkmış olduğunu gördüm. Günaydın dediğimde “çok fena yağmur yağıyor, ne yapacağız” dedi. doğrulup camdan baktığımda telaşlanacak bir durum olduğunu düşünmemiştim. O sırada telefon çaldı ve Emel’in açmasıyla “yaaa, inanmıyorum, gerçekten mi” ünlemlerinden sonra “yollar kapanmış selden aşkım” demesi benim de telaşlanmama neden oldu. Bir koşu televiyonu açmaya gittim, kanallar selden kapanan yolları, sele kapılan insanları ve eşyaları gösterip duruyorlardı. Birçok yolun kapalı olduğu anons ediliyordu. “Bizim yolumuzla ilgili bir şey olduğunu zannetmiyorum” diyip hazırlanma konusunda biraz daha aceleci davrandık. Ne hazırlanırken, ne yolda, ne de gideceğimiz yere vardığımızda yol ve hava durumu dışında hiç bir şey konuşamamıştık. Ama içimde bir sürü soru işareti dönüp duruyordu. İçimde diyorum çünkü bu kes sadece aklımda değildi soru işaretleri . Soru işaretlerinin sivri uçlarının kalbime değdiğini bile hissediyordum neredeyse. 

Neyse, sonunda hastanedeydik işte. (Artık düşünme , düşünme, düşünme) Danışmadan odamızı gösterdiler, Emel’i bırakıp arabaya geri döndüm eşyaları almak için. Sinir bozucu şekilde telefonlar susmak bilmiyordu. Cevabım dijital ses kaydı gibi tek “evet geldik hastaneye, alacaklar birazdan, sanırım bir iki saate kadar alırlar”. Arabadan eşyaları alırken bir telefon daha! Arayanı görünce  arabada bir şey unuttu herhalde diye geçirdim içimden ve açtım. Emel; “aşkım neredesin? Çabuk gel beni içeri alıyorlar” “ne, nasıl, ne zaman, geliyorum, bekleyin, sakın ha” derken daha telefonu kapatmadan koşmaya başlamıştım zaten. Odadan içeri girdiğimde önlüğünü, bonesini giymiş, doğumhaneye gitmeye hazır halde hemşirelerin arasında görünce  Emel’i boğazıma bir yumru oturdu. Ki o yumru kızımızı ilk emzirdiğini, kızımın hiç tereddüt etmeden annesinin göğsünü emmeye başladığını görene kadar da gitmemişti bir yere. Bir tek yanaklarından öptüğümü hatırlıyorum O’nu götürülerken, ne dediğimi, nasıl hissettiğimi, ne düşündüğümü hiç hatırlamıyorum o boğazımdaki yumru yüzünden. 

Ve bekleme anları! Dualar, iç burulmaları, akla gelen kötü senaryoları def etmek için silkelenmeler, yine dualar,yine, yine, yine... “Gürdamar bebeğin babası?” diye geldi bir hemşire sonunda “gelin doğumhaneden çıkartırken bebeği görebileceğiniz yere gidelim” diye eklerken yürümeye başlamıştık bile. “o-o-o- ol-oldu mu? Doğdu mu?” gülümsedi “ikisi de çok sağlıklı, burada bekleyin” –ikisi de çok sağlıklı- İKİSİ de- SAĞLIKLI bu kelimeler içimdeki tüm soru işaretlerini, kötü senaryolar bir bir yok edip, yerlerine uçuşan kelebekleri bıraktılar. Asansör açıldı ve karşımda pembelere sarılı pes pembe bir bebek. Bas bas bağırıyor. “Şşşş babaya çemkirilmez öyle!” derken telefonla fotoğrafını çektim annesine hemen gösterip göstermeyeceklerini bilmediğimden. Nereden bilebilirdim annesinden önce o da bizimle beraber beklesin diye odaya getirileceğini. 

İçinde bulunduğu kutunun kenarına iliştirilmez karta göz attım; Boy: 50 cm, kilo: 3.400, ayak izi bayağı büyük, Adı: Gürdamar bebek. Hastane öyle yazmış, halbuki ne kadar da Ela bir kız. Bas bas bağırıyor ben Elayım diye. Ağlaması onunla konuşmaya başlayınca durdu ama benim konuşacak halim yok boğazımda yumru daha da büyüdü sanki. Neden hala gelmedi ki benim aşkım, çocuğumu anası? Yoksa? Yoksa!? Yine başlamıştı yoksalar! Hemşireye soruyorum birazdan gelir diyor, normal mi bu kadar sürmesi diye önüme gelen herkese soruyorum ama benden başka kimsenin yüzünde bir soru işareti görmüyorum! Bir o yana bir bu yana volta atıp arada kızıma göz atıyorum ve telaşım çok anlaşılmasın diye ellerimin titremesini durdurmaya çalışıyorum. Bir yandan da boğazımda sürekli büyüyen bu yumrununu birazdan nefesimi keseceğini düşündüğüm için hızla nefes alıp vererek aklımca hava stoğu yapmaya çalışıyordum. Asansör kapıları her açıldığında koşup kös kös geri yürüyordum. 

Sonunda asansörden çıkan sedyenin üzerinde gördüm aşkımı gözleri yarı kapalı halde. Sedye eşikten geçerken yüzündeki acı ifadesi benim de içimi acıttı. Koştum tuttum elini, öptüm yanağından, gözlerimden akmaya çalışan yaşları durdurabildim mi hatırlamıyorum. “gördün mü?” dedi “evet aşkım geldi bile odana” dedim. “güzel mi?” sorusuna tüm içtenliğimle, tam hissettiğim şekilde “pes pembe, dünyalar güzeli”dedim. Ve sonunda yüzünde görmek istediğim, beklediğim o mutlu, gururlu, huzurlu ifade. Dünyaya bedel.. Hemşireler Ela’yı alıp annesinin kucağına verdiklerinde Ela’nın dudaklarının hemen hareketlenmesi, aranması, kafasını annesinin göğsüne çevirmesi. Dünyaya bedel.. O sahneyi görünce gitti yumru, sivri uçlu soru işaretleri, içimi burkan acaba’lar. İyi ki doğdun bebeğim, iyi ki doğdun kızım diye geçirdim içimden. İyi ki doğmuşsun aşkım, iyi ki buldum seni hayatımın anlamı, iyi ki benimsin hayallerimi gerçekleştiren kadın dedim içimden. Tarifi olmayan bir mutluluk, ego, tatmin, gurur. Bu duyguyu bana daha bir çok mutlulukla birlikte yaşatan kadın, SENİ ÇOK SEVİYORUM. İYİ Kİ VARSIN, İYİ Kİ DOĞMUŞSUN..

1 yorum: